12 Mart 2016 Cumartesi

ESKİ BİR RÜYA UĞRUNA

Teoman'ın son albümü Eski Bir Rüya Uğruna tam anlamıyla bomba gibi geldi.Hepimizin kalplerindeki yerini alan bu albümdeki şarkıları sözleriyle şimdi kendi top10 sıralamamla sizlerle paylaşıyorum...






10-Hem Hayattan, Hem Ölümden





Silkeleyip kumları üstümden atıp, 
Mağazanın vitrininde yansımama bakıp 
Uyurgezer gibiyim, tüm geçmişim kayıp 
İnceliyorum kendimi halim bi garip 

Hem hayattan hem ölümden korkarak 
Son sefer de geçmiş bu son durak 

Sardunyaları seyrettim bir çölden gelip 
Geceler boyu ağladım şairleri sevip 
Bir isyanım varmış, akıtmışım içime 
Kendim bile bakamadım gözlerimin derinine 

Hem hayattan hem ölümden korkarak 
Son sefer de geçmiş bu son durak 

Kilitliydi dünya, girdim bacasından 
Kızgındım doludizgin, hazzın ardından 
Kefenim arka cebimde, cehennemden kaçmadan 
Delirerek giderek, vicdan azabından 

Hem hayattan hem ölümden korkarak 
Son sefer de geçmiş bu son durak



9-Seninim Son Kez


                                      



Güzelsin ama garipsin de diye 
Düşünmüştüm seni ilk gördüğümde 
Elinde kartpostallar, üstünde 
Kan çiçekleri vardı sanki teninde 

Elveda sevgilim, diyorsun 
Gideceğim ardıma bakmadan 
Bu uzlaşmaz iki kalp bizim 
Yaralarını yarıştıran 
Sen bana rüzgar içimde 
Eser, coşarsın derimde 
Karanlıkta evine 
Soyundum geldim son kez 

Sen bana düşman içimde 
Kanar akarsın derimde 
Karanlıkta evine 
Geldim, seninim son kez 

Soğuksun çünkü kırılgansın diye 
Düşünmüştüm seni ilk gördüğümde 
Elinde gitarın, üstünde 
Gökkuşağı vardı gözlerinde 

Kör olmuştum ışığından o zaman 
Yavaş yavaş görüyorum 
Göze alıp sensizliği şimdi 
Seni terkediyorum 




8-Limanında


                                     


Bagajsızım, sadece bir kaç kıyafet 
Kahvaltım çayla simit 
Benim hikayem neydi, unuttum 
Elimde yaralar, biraz da cüret 

Bırak artık dünyayı, 
Zarları hileli, 
Yorgunsun, 
Yüzünden belli... 

Bırak artık dünyayı, 
Zarları hileli, 
Ağlamışsın, 
Gözlerinden belli... 

Ne ateşler yanıyor, 
Ne ateşler sönüyor, 
Ne savaşlar oluyor, 
Ne gidenler dönüyor... 

Limanında gemiler var mı? 
Sinirlerim laçka dolunaydan mı? 
Ter içinde heyecandan mı? 
Kalbinde bana yer var mı? 

Hücremdeyim cezam müebbet, 
Prangam yüreğimde, 
Tanrı verir bu kez belki de, 
Yarattığına merhamet... 


7-Sardunyalar Arasında


                                     



Bu şehir kendi kıyılarına vuruyor 
Sonbaharda fırtınada 
Bu yara ayan beyan kanıyor 
Bir kıvılcımınla yanıyor 

Bir sigara içimi uzağında 
Kalbim kısılı bir kuşun tuzağında 
Hatıralar yanıyor onlar da 
Bu upuzun yaz sıcağında 

Bu gece batsın güneş 
Bu ıssız adada 
Şimdi atsam kendimi 
Çıkarırlar galata'da 

Söktüm attım kalbimi 
Boğulsun dalgada 
Sonumu bekliyorum 
Sardunyalar arasında 

Vurdum kendimi dört bir yanına 
Denize baktım kalpazankaya'da 
Şiirler yazıyorum sana hala 
Şişeye koyup salıyorum sulara 



6-Yıldızları Yakalamak


                                    





Bir Pembe Elbiseyle, Gerçek Yapmış Hayalini
Mutsuz Hayatının Parça Parça Dağınık Resimleri
Mutluluk Hayalleri
İnsanlık Halleri
Nereye Kadar ?
İnsan Yaşar, Hayali Kadar
Kimi Hayal Eder, Bir Ömür Yettiği Kadar
Kimi İnanmaz, Kiminin Kalbinde Tanrı
Kimi Küser Hayatına, Kimi Yakalar Yıldızları
Bir Aşk İhtimali Gerçek Yapmış Hayalini
Mutsuz Hayatının Parça Parça Dağınık Resimleri
Kimi İnanmaz, Kiminin Kalbinde Tanrı
Kimi Küser Hayatına, Kimi Yakalar Yıldızları
Bir Aşk İhtimali Gerçek Yapmış Hayalini
Mutsuz Hayatının Parça Parça Dağınık Resimleri

5-Kum Saati



                                     
                                    
Kendimi Şanslı Sayarım Yine De
Yalnız Kalmakla İlgili Bir Sorunum Yok
Ama Yakınlarda Olsun Nefesi Sevdiğim Birinin
Zaman Nefes Almakla Geçen Günler Değil
Birinin Aklında Olmakla İlgili Biraz
Ve Hayatın Kum Saatini Sen Değil
Senin Yanındaki Tutar, O Kadar
Zamanım Dar
Benimle Kal
Gitme Bu Gece
Yanımda Kal
Hayatla Aram Pek İyi Değildir
Çok Mutsuz Saymam Kendimi Yine De
Göçüp Gitmekle İlgili Sorunum Yok
Ama Kalbinde Olayım Sevdiklerimin
Hayat Nefes Almakla Geçen Günler Değil
Sonumuzun Farkında Olmakla İlgili Biraz
Ve Hayatın Kum Saatini Sen Değil
Biriktirdiğin Anılar Tutar, O Kadar
Zamanım Dar
Benimle Kal
Gitme Bu Gece
Yanımda Kal
  


4-N'apim Tabiatım Böyle



                                                     Kapıları kaparım, ardıma bakarım 
Hayatım böyledir bir yol ararım 
Yanarım bir sigara gibi küllerim dağılır 
Sönerim çünkü ateşim izmarite dayanır 
Napim tabiatım böyle vura vura dip oldum 
Ona buna dert oldum yana yana söndüm 
Çelindi gönlüm yaşamadan öldüm 
Şişeleri açarım, alkole koşarım 
Bu bomboş dünyada bir mana ararım 
Yanarım bir sigara gibi küllerim dağılır 
Sönerim çünkü ateşim izmarite dayanır 
Napim tabiatım böyle vura vura dip oldum 
Ona buna dert oldum yana yana söndüm 
Çelindi gönlüm yaşamadan öldüm 
İnsanlardan kaçarım, zor sorular sorarım 
Yaşamak için, bir neden ararım 
Yanarım bir sigara gibi küllerim dağılır 
Sönerim çünkü ateşim izmarite dayanır 
Napim tabiatım böyle vura vura dip oldum 
Ona buna dert oldum yana yana söndüm 
Çelindi gönlüm yaşamadan öldüm 


3-Serseri



                                        

Bunlar güzel günlerimiz
Daha beter olacak herşey
Dünya zaten yalan dolan
Kaderden kaçamaz insan
Vurulmuş kalbinin ortasından
Aynaya bakmam kendimi bilmem
Hayat acıtınca dünyayı sevmem
Ne yazıkki tek tabanca
Serseri doğdum serseri ölecem


2-Kadının Gidişi



                                           

Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya her yere
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
Ne olur terketme yalnızlık çok acı
Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte
Hatırla o günü karşıki sokakta
Seni öptüğümü ilk defa hayatta
Kollarımda benim ilkbahar sabahım
Kadınım...kadınım...
Bana bıraktığın bütün bu hayatın
Yaşanan aşkların değeri yok artık
Ben sensiz olamam artık anlıyorum
Sönmüş bak ışıklar ev nasıl karanlık
O ılık aydınlık yuvamız soğumuş
Geceler bitmiyor ağlıyorum artık
Şimdi çok yalnızım
Ne olur kal benimle o kapıyı kapat
Elini ver bana
Dışarda yalnız,üşüyorsun sen
Kadınım...kadınım...


1-ÇÖLDE ÇİÇEK



                                         

Bir yaz gecesi yalnız kumsalda
Suç bizde değil rüyalarımızda
Çiçek tozlarıyla bezendim gençken
Döktüm üstümden sonunda mecburen

Bir yavru kedi buldum sonra
Bu sabah balkonumda
Uzattı ellerini
Bir nefes yalnızlığa

Kimler geldi kimler geçti hayatından
Ne zaman saklandın aşktan en son
Çıkmış aklından
Yaşamak; hayata katlanmak demek
Bize yürek gerek
Çölde çiçek

Mevsim sonunda sessiz dünyamda
Yersiz yurtsuz yine bunalımda
Deniz minareleri kumlarda
Boş bira kutuları ay ışığında

Bir yavru kedi buldum sonra
Bu sabah balkonumda
Uzattı ellerini
Bir nefes yalnızlığa

Kimler geldi kimler geçti hayatından
Ne zaman saklandın aşktan en son
Çıkmış aklından
Yaşamak; hayata katlanmak demek
Bize yürek gerek
Çölde çiçek



27 Ocak 2014 Pazartesi

TEOMAN-17 ŞARKISININ HİKAYESİ

Teoman'ın hangi şarkısını dinlerseniz dinleyin içindeki o duygu size de geçer.hepsinin farklı birer hikayesi var elbet.Hiç bir şarkı öylesine yazılmaz.Teoman'ın '17' şarkısına gelirsek sözlerine şöyle bir baktığınızda ne kadar anlamlı ve duygu dolu olduğunu anlarsınız.Peki ne anlatıyor bu şarkı?Kime yazılmış hiç merak ettiniz mi.Hadi sizinle önce bu şarkının sözlerine sonra da hikayesine bir göz atalım...

17
Boşver beni
Mühim değilimBu onun hikayesi
Çok beyazdı, kir tutardı
Ömrü kelebek kadardı
Mektupları şişedeyken
Bir de bakmış deniz yokmuş
Tek başına dans ederken
Mutsuzluktan sarhoşmuş
Daha 17ymiş
Oyundan kalkmak isterken
Kağıtlar dağıtılmış
Bu hava boşluğunda
Artık her şey satılıkmış
Trafikte akmayan
Hep onun şeridiyken
Söylediği son şarkı
Elveda ZalimDünyaymış
Daha 17ymiş...


Teoman bu şarkıyı 'iki çocuk' şarkısı gibi Erdal Eren'e yazmıştır.Teoman'ın akrabası olan Erdal Eren, 1980 yılında 17 yaşında idam edilmişti.Suçu bir askeri inzibatı vurarak öldürmesi olarak gösteriliyordu. Yalnız bu inzibatın otopsisinde yakın ateş sonucu öldüğü, Erdal’ın ise oldukça uzakta olduğunu mahkeme görmezden geliyordu. Kağıtlara Erdal Eren’in adı yazılmıştı bir kere. Kelebek kadar ömrü olmuştu Eren’in, yazdığı mektup bir hiçliğe teslim edilmiş, ailesine ulaşıp ulaşmayacağına emin bile değildi. Eren’in söylediği şarkı belki de “Elveda Zalim Dünya”ydı.



30 Ekim 2013 Çarşamba


TEOMAN - HAZİRAN




Teoman'ın yeni şarkısı Haziran, Teoman hayranlarıyla buluştu..Teoman müziğe döndükten sonra çıkan ilk şarkısı olan Haziran hayranları tarafından büyük beğeniyle karşılandı.Ben de bu şarkıya bayıldım.Kesinlikle Teoman ın en iyi şarkılarından biri.Mutlaka dinleyin :* şarkı sözleri aşağıda  ...
                                                     -------------------------------------




Bu yıl da sensiz gelmiş Haziran
Bana hoşçakal dediğin gün gibi 
Sensiz geçmişti ellerim bomboş 
Kalbimse senleydi 

Fazla sessizdin anlamalıydım
Sıcakta kupkuruydu dudakların 
Gözlerime bakmadan konuştuğunda 
Kalbimse senleydi 

Bir kalp atışında
O yaz sıcağında 
Bir damla gözyaşımla 
Bitmiş Haziran 

Bir kalp atışında
O yaz sıcağında 
Bir aşkın sonunda
Bitmiş Haziran 

Mevsimler gelmiş,mevsimler geçmiş 
Bir yaprak düşmüş, sanki tesadüfen 
Hiç görmediğim onca zamanda 
Kalbimse senleydi

Çok şey değişti burada sen yokken 
Kördüğümoldu eski duygular 
Başkalarına sarıldığımda 
Kalbimse senleydi 

Bir kalp atışında
O yaz sıcağında 
Bir damla gözyaşımla 
Bitmiş Haziran 
...

22 Mayıs 2013 Çarşamba

 TEOMAN-İSTANBUL'DA SONBAHAR



Teoman-İstanbul'da Sonbahar

Mevsim rüzgarları ne zaman eserse
O zaman hatırlarım
Çocukluk rüyalarım,
 Şeytan uçurtmalarım

Öper beni annem yanaklarımdan 
Güzel bir rüyada
Sanki tüm sevdiklerim 
Hayattalarken hala

Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız kulesi ve adalar
Ah burda olsan çok güzel hala
İstanbul'da sonbahar

Her zaman kolay değil sevmeden sevişmek
Tanımak bir vücudu
Yavaşça öğrenmek
Alışmak ve kaybetmek

İstanbul bugün yorgun
Üzgün ve yaşlanmış
Biraz kilo almış
Ağlamış yine, rimelleri akıyor

Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız kulesi ve adalar
Ah burda olsan çok güzel hala
İstanbul'da sonbahar
...

TEOMAN - AŞK KIRINTILARI


TEOMAN- AŞK KIRINTILARI



Teoman Aşk Kırıntıları 

Yaklaştırsana yavaş yavaş kendini bana
Al içine tekrar derinine sakla, kat kasırgana
Yalan söyleme bak gözlerime, birmiş olamaz
Yokla ceplerini aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz

Aşk kırıntısıyla doymaktansa
Tek başıma aç kalırım bu hayatta
Paylaşacak bir şey artık yoksa
Bir erkekle bir kadın arasında

Yürürüm ipte ağım yokken hemde, kopkoyu içim
İnan çok çalıştım bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için
Neyim var ki sanki senden başka hadi son bir kez
Yokla ceplerini aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz

Aşk kırıntısıyla doymaktansa
Tek başıma aç kalırım bu hayatta
Paylaşacak bir şey artık yoksa
Bir erkekle bir kadın arasında
...

20 Mayıs 2013 Pazartesi

TEOMAN'DAN GÖNÜLÇELEN İLE İLGİLİ AÇIKLAMALAR


TEOMAN'DAN GÖNÜLÇELEN İLE İLGİLİ  AÇIKLAMALAR
büyümem beklenmeden afiyetle yenmişim…
hem kırıcı, hem kırılgan, hem mahcup, hem pervasız, hem zarif, hem serseri ruhlu bir çocuk… hem tenha bir kalabalıklık, hem tıklım tıklım yalnızlık. tüm bunların toplamı mağrur bir adam teoman. hayalleri, yarattığı kahramanları, içindeki boşlukları, çelişkileri, mutlulukları ve mutsuzluklarıyla şarkılarının gerçek öznesi: yakupoğlu teoman.
-geçtiğimiz yıllarda çıkardığın gönülçelen albümü için sallinger’in gönülçelen adlı romanından esinlendiğini biliyoruz. ne etkiledi seni gönülçelen’de?
gönülçelen benim en sevdiğim kitap sayılabilir. bir sürü sevdiğim kitap var aslında. yok, yalan söylemeyeyim, bir sürü kitap da sevmem aslında. edebiyatsever gibi görünürüm, müziksever gibi görünürüm ama çok az şeyi, çok fazla severim. gönülçelen’deki holden caulfield karakteri ilk gençlik yıllarımdaki “ben”i çok iyi anlatıyordu. o yabancı kalma duygusunu taşıyan, sudan çıkmış balık gibi hiçbir şeye uyum sağlayamayan, aynı zamanda sevdiği insanlarla tanışmak isteyen holden’la bir anlamda bütünleştim. yıllarca bu kitabı sürekli okudum. kardeşinin ölümüyle ilgili çok da zarif anlattığı bir bölüm vardır gönülçelen’de; o sahne beni hala çok etkiler. özellikle o ölümün yarattığı çöküntüyle camları kırma sahnesi çok dokunaklıydı. holden’in bu eylemi beni ağlatmıştır. benim gibi bu kitabı, bu karakteri seven birçok insan var. hatta gönülçelen klüpleri var yurt dışında. yanılmıyorsam mel gibson da komplo teorisi adlı filmde bir gönülçelen fanatiği olarak geçiyordu.
-adnan benk’in çevirisinden mi okudunuz gönülçelen’i?
evet, ilk kez adnan benk çevirisinden okudum bu kitabı. sonradan çavdar tarlasında çocuklar olarak çıktı ve daha iyi bir çeviriydi belki ama ben ilk çeviriye sadık kaldım hep. adnan benk fransızcadan çevirmiş ama benim için orijinal olması çok önemli değildi işin özü. dolayısıyla bu kitap hep başucu kitabım oldu. nereye gidersem gideyim, yanımda taşırım. hem türkçesini, hem de ingilizcesini. hatta yurtdışı seyahatlerimde de mutlaka yeni baskı bir gönülçelen alırım. bu kitabın birinci baskısını bulmuştum, on beş bin dolardı, işin açıkçası alıp almama konusunda bayağı tereddüt yaşadım. ama paraya kıyamadım.
-kitapta çok absürd şeyler var. dikkat etmediğimiz ufak ayrıntıların saçmalığı ya da gerçekliği gibi…
evet, gündelik hayatta olan o absürd şeylerin o kadar büyük gerçekliği var ki aslında… mesela holden’ın, central park donduğunda kuğuların nereye gittiğini düşünmesi gibi. bu tip ayrıntılar benim de çok düşündüğüm şeylerdir. o herifi sanki kendime benzetmiştim.
-ama holden’de biraz nevrotik bir kişilik de var.
ben de çocukluğumda tamamen deli sayılabilecek bir kişiliktim. sonradan, iyileşe iyileşe büyüdüm.
-bu aslında biraz ergenlik bunalımı sayılabilir. kitaptaki holden karakterinin de ergenliğe geçiş dönemi sancılı bir şekilde anlatılıyor. senin için de sanırım zor bir dönemdi. babanı çok erken yaşta kaybetmenin travması, ergenliğe geçişte kendine seçeceğin baba modeli olmaması gibi. bu sorunu nasıl halledebildin?
babam öldüğünde iki buçuk yaşındaydım ama babamla ilgili iki sahne hatırlıyorum. biri hasta yatağında öksürüyordu, diğeri de ne olduğunu hatırlamadığım bir şeyden korkmuştum, beni kucağına alıp sevmişti. sonra da öldü. aslında babamın öldüğünü yedi sekiz yaşında kavradım. anneme sorduğumda “baban cennette” diyordu. eniştem isviçre’de çalışıyordu, ben cenneti onun gibi bir yer zannediyordum. o nedenle de herkese “benim babam cennette” diye anlatıyordum, etraftan beni gülümsemeyle karşıladıklarını hatırlıyorum. bu da bir beklentiye, babamın cennetten ne zaman döneceğine dair sürekli bir şekilde anneme soru sormama neden oluyordu.
-annen bu konuda bir açıklama yapmıyor muydu?
o konuyu hiç konuşmuyorduk ki. o hep çok üzgündü. sürekli diazem’lerle yaşıyordu. fiziksel olarak da çöküntü yaşamıştı. fizyoterapiye giderdi. bazen ben de onunla giderdim. böyle geçti çocukluğum. elbette baba modelini arıyordum. bunu kendimce çözdüm.
-nasıl bir çözümdü bu?
bana babamdan birkaç şey kaldı. kitaplar kaldı aslında. bilgi yayınları’ndan birkaç senaryo kitabı, gothe’nin faust’u ve meydan larousse aboneliği. benim için almış onları, sonradan biz devam ettik, o ansiklopedileri aldık. bizim evdeki en önemli şeydi meydan larousse. küçükken onları okurdum hep. ilkokulda, okumayı söktükten sonra anlamaya anlamaya da olsa ingmar bergman’ın yedinci mühür adlı senaryosunu okumaya çalışırdım. bunu sadece babamı tanımak adına yapıyordum. onun okuduğu kitapları anlamaya çalışıp yakınlaşmak çabasıydı bu. onunla ilgili konuşmayı çok sevmem, üzer beni ama babamla aynı yaşlarda olan, amca dediğim bir kuzenim vardı. ona gittiğimde babamla ilgili şeyler anlatırdı. bu çok hoşuma giderdi. edebiyata olan ilgim oradan kalma. aslında figür olarak babamı aldım ben. babam şiir yazan, edebiyata meraklı biriymiş. haydarpaşa lisesi’nde okurken, amca dediğim kuzenimle buluşurlarmış. “bugün ne yapalım, yahya kemal beyatlı hastanedeymiş, hadi onu ziyarete gidelim” anlayışında olan biri. ondan çok az fotoğraf var elimde. mesela sivas’a gitmiş, âşık veysel’le resim çektirmiş. zaten otuz üç yaşında ölmüş, bilmem kaç sene evvel o tip güzel kitapları, şu anda da benim okuduğum kitapları aldıysa özel biridir diye kendime uygun bir baba figürü yaratmıştım.
-belki de bir insanı kullandığı eşyalar, okuduğu kitaplarla en iyi şekilde tanıyabiliriz.
belki de. benim yaptığım da buydu. sadece kitaplar vardı elimde. çünkü evde sürekli bir ağlaşma durumu söz konusu olduğu için, çaresiz o ağlamaya sen de katılıyorsun. çoğu zaman da kaçardım diğer odaya. gothe’nin faust’undan, diğer kitaplardan yararlanmaya çalışıyordum. en çok bergman’ın senaryosundan etkilenmiştim. çocukken okuduğumda ne anlamıştım bilmiyorum ama çok etkilenmiştim. şimdi ciddi bir koleksiyonum var bergman’a dair. ama seyretmek istemiyorum. (çocukken yedinci mühür’ü trt’de izlemiştim, o zaman da çok etkilenmiştim) belki de küçükken aldığım o zevki bulamamaktan korkuyorum. öyle bir şey gelişti babamla ilgili.
-etrafında başka bir erkek figürü yok muydu?
hayır yoktu. kendi isteğimle, her yere saldırıyordum. kuran kursuna da gittim. oradan hz. muhammed’i de tanımaya çalışıp kendime bazı özelliklerini almaya çalıştım. hemen ardından çizgi romanlara merak sardım. onlardan da bir takım figürler alırdım. langelot serisi vardı; fransız gizli servisinde çalışan bir karakter. ardından james bond… erkek figürü yaratırken hep bunlardan beslendim. sonra elvis presley’i beğendim. oradan rock’n roll’e gittim. ama gerçek anlamda etkilendiğim hiçbir figür olmadı. hepsi kendi hayalimde yarattığım şeylerdi. bu da sonradan kafamı çok karıştırdı. bütün çelişkilerimin başlangıcı bu dönemdir aslında.
-nasıl çelişkilerdi bunlar?
çok utangaçtım. beğendiğim kahramanlar hem utangaç değildi, hem de çok cesurlardı. buradan yola çıkıp kendimi de sorgulardım. utangaç mıyım, yoksa ödlek mi? ödlek olmak istemiyordum. londra asfaltına çıkardım, izin yoktu benim oralara gitmeme ama sokağa oynamaya çıktığımda giderdim oralara. vızır vızır arabaların geçtiği caddenin ortasına atlar, gözlerimi kapatıp hiç bakmadan karşıya geçerdim. karşıya geçtiğimde ödlek olmadığımı, sadece insanlardan korktuğumu anlardım. bu sayede, sadece utangaç olduğumu anladım.
-seni televizyonda katıldığın sohbet programlarında izlediğimde hep gördüğüm bir şey bu. bilmenin getirdiği bir mahcubiyet, belki kibarlık diyelim… şarkı sözlerinde son derece cesur ve rahat olmanın altında yatan şey hayattaki utangaçlığın olabilir mi?
kız arkadaşım da buna benzer bir yorum yapmıştı. gerçek hayatta bunları söylemediğin için yazıyorsun diye. şarkılar benim için ödlekçe bir kaçış yolu da oldu. normalde kimseye o sözleri söyleyemezdim. âşık olduğumu bile söylemezdim. hala da bir kıza karşı çok şey hissederken, erkek arkadaşlarıma onu çok sevdiğimi söyleyemiyorum. kırk yaşındayım ve bu ödlek tavrı yeni attım üzerimden. ancak bir yanım utangaçken, bazen de bazı konularda hiç utanmam. kendimi öyle yetiştirmemişim. veya sevdiğim karakterler öyle olmadığı için. tabii ki bir özüm var benim ama üzerine koyduğum hayali kahramanlarla kendimi oluşturduğum için, kendi çelişkilerimi de oralardan buluyorum.
-gönülçelen albümünde, yanılmıyorsam zamparanın ölümü adlı şarkında “büyümeyen adam sendromu”ndan söz ediyorsun. ve “çizginin üzerinden geçemeyen adamlar”ı işaret ediyorsun. çocuklukta oynadığımız oyunlarda çizginin dışına çıktığımızda oyundan çıkarılırdık. büyüyünce, o çizginin dışına çıktığında, sana bunun geri dönüşümü bu kadar basit olmuyor. senin nerede başlıyor sınırların?
benim hayatımdaki kafa karışıklığımın sebepleri içimdeki özgür ruhla, yetiştirilme tarzımdaki baskının çarpışmasıyla gerçekleşti. bir taraftan o hayal kahramanlarına benzemek isteyen serseri ruhlu bir çocuk, diğer tarafta evde sevgisini de veren ama otoriter bir annenin baskısıyla büyüyen bir çocuk vardı. dolayısıyla bu durum sende bir kasılmaya neden oluyor. rahat olamıyorsun. bu tuhaf ikilem elbette dışarıya başka türlü yansıyor. utangaç ama biraz da kasıntı bir tip olarak görünüyordum. özellikle evde öyle olmak zorundaydım. çünkü diplomat olacaktım. bana öyle söyleniliyordu. biz orta sınıf bir aileydik. ama evde robdeşambırla dolaşıyordum. üstelik bütün çocukların evde böyle dolaştığını sanırdım. cam kenarına oturup ata binmiş çingene çocuklarını seyrederdim. hayranlık duyardım onların yaşamına. hiçbir şeyden utanmayan, üstelik serseri ruhlu insanlar diye özenirdim. (ben de cam kenarında oturan, yorulmasına asla izin verilmeyen bir çocuktum. çok zayıftım, on dokuz kilodan asla yirmi kiloya çıkamayan bir çocuk. iştahsızdım. yemek yememek için dolaplara gizlenirdim.) özendiğim insanlar, hiç bana benzemeyen ama olmak istediğim karakterlerdi. mesela; mister no. onun kadar rahat, dünyayla barışık biri olmak istiyordum. hiçbir şeyi iplemeyen, kadınlarla ilişkisi güzel olan bir adama özeniyorum. oysa ben kız gördün mü utanan bir adamdım. evde bacaklarımı açıp oturamazdım. ileride çok iyi yerlere gelecek, kont gibi olacak biri öyle oturamazdı. küfür etmek, argo konuşmak yasaktı. gizlice sokağa çıktığımda, diğer çocuklar gibi davranmaya çalışıp küfrederdim. dolayısıyla kendimi nerede konumlandıracağımı bilemiyordum.
-büyümekle ilgili meseleye tekrar dönmek istiyorum. ergenlik döneminde büyümekle ilgili kaygıların olmuştur belki, sonraki dönemlerde böyle bir kaygı taşıdın mı?
çocuklukta en sevdiğim şey şuydu; sevmek de değil aslında, hayata, doğan güne katlanamadığım için, okuldan geldiğimde hemen odama çekilir, elvis presley plağını pikaba koyar, kitaplarımı alır, başka bir dünyaya dalardım. bu dünya bana göre bir yer değil korkusunu da çok yaşardım. ve bu korkuyu yenmek için bir an önce büyümek isterdim. on altı, on yedi yaşına gelene kadar neredeyse yüz elli yıl yaşadım gibi gelirdi bana. o kadar korkunç yıllardı ki benim için. kendim olmaktan nefret ediyordum. yetişkinlerin arasında ciddiye alınmamaktan nefret ediyordum. en büyük istediğim on sekiz yaşına gelmekti. otuz yaş, benim için çok büyük bir yaştı. on sekiz yaşımda bu durumdan kurtulacağım, otuzumda da öleceğim diyordum…
-babanla ilgili bir durum herhalde bu.
evet, babamınki bana yeterli bir ömürmüş gibi geliyordu. otuzundan sonrasını düşünmediğim için oralarda kaldı duygularım. hatta otuzu bile bulamam diye düşünüyordum. şimdi kırk yaşına geldim. o zamanlardan beri kırk yaşına gelmiş bir adam ne yapar diye düşünmediğim için, garip bir şekilde o şarkıda söylediğim “büyümeyen adam sendromu bu, ama yaşlanıyorsunuz” dediğim kişi o. bir türlü büyüyemiyor, olgunlaşamıyorum. hala holden caulfield’ı okuyorum veya john fante’nin arturo bandini karakterini kendime çok yakın buluyorum. hep genç kahramanlar ilgimi çekti. gerçi gabriel g. marquez’in benim hüzünlü orospularım’daki doksan yaşındaki adamı da sevdim. zaten o adam da aslında on sekiz yaşında. demek ki büyümeyen adam sendromu daha büyük yaşlarda da oluyor. en azından yalnız değilim.
-gönülçelen ergen bir çocuğun kendiyle ve çevresiyle tanışma hikâyesini anlatsa da, bir takım ünlü suikastlere de yansımış. mesela john lennon’un katilinin elinde gönülçelen kitabının olması, reegan ve kennedy suikastçilerinin hayatlarında da bu kitabın rolü olduğunun iddia edilmesi... kitapta, sen de biliyorsun, suça yönlendirecek bir unsur yok. ancak bu kitaptaki en önemli vurgu masumiyet arayışı. john lennon’un katili bu duyguyla hareket etmiş olabilir gibi geliyor bana. beatles’ın dağılmasından, eskisi gibi popüler olmamasından john lennon’ı ve onun yoko onno ile ilişkisini sorumlu tutmuş olabilir. bir fanatiğin hayallerinin yıkılmasıyla ilgili bir çıkıştır belki de bu eylem. ne dersin?
kitabın sonundaydı galiba, “ siz siz olun kimseye bir şey anlatmayın” gibi bir söz vardı. gönülçelen çıktığında can yayınları’ndaki bütün gönülçelen’leri toplamıştım. her konserimden sonra o cümleyi okuyup bir tanesini seyircilere atıyordum. bilgim yoktu bu kitabın bazı suikastlara ilham malzemesi olduğundan. demek ki gönülçelen severler arasında terörizme yakın olanlar da varmış. benim ruhumda da terör esiyor bir bakıma. john lennon’un katili için söylediklerin doğru olabilir. ayrıca yoko’dan ben de hoşlanmam. peşinden gittiğin, sevdiğin birinin sana ihanetinin geri dönüşümüdür bu. ihanet bu tip yıkımlara neden olabiliyor.
-yıkım bir takım kırgınlıklar da yaratıyor. senin kırgınlıkların olmuştur mutlaka. ya da var mı kırgınlıkların?
hayır! herkesi bağışladım. kimseye kızgın değilim artık. ancak her şeye üzülür bir hale geldim. mesela hrant dink’e çok üzülüyorum. ama ogün samast’a da çok üzülüyorum. zavallı çocuk! televizyon haberlerinden kaçınıyorum. izlemek istemiyorum. majör ve minor depresyonlarım var. majör ruh halinde olduğumda, hüzünlü kitapları okuyamam, film izleyemem. her şeyden kaçarım o dönemlerde. diyelim ki orhan gazi’nin hayatını okuyorum; ya da cem sultan çok sevdiğim bir karakterdir, hüzünlü zamanlarımda onları da okuyamam.
-sallinger’in gönülçelen’in de bir gerçek arayışı da var. senin gönülçelen albümünün konseptine baktığımızda da, aynı gerçeklik arayışına rastlıyorum. sürekli sahte dünyalardan söz ediyorsun. özellikle doktor şarkısında, albüme adını veren parçada çok net hissediliyor bu. yine en güzel hikâyem, en çok sevdiğim, doruk noktası diyebileceğim bir albüm. orada da sahte vücutlardan, ilişkilerden söz ediyordun.
edebiyata dair bir takım göndermelerim hep var. mitolojiden, bazen tarihten yararlandığım oluyor. mesela bugün şarkısında jul sezar’a kadar gönderme var. duş şarkısı da erotik bir şarkı olarak algılandı ama asıl işaret ettiği o değildi. duş şarkısında ikarus’un balmumu kanatlarına, uçuşuna gönderme vardı. güneşe doğru uçmak ve kanatların erimesi… güneşe doğru ok atarsın ama gitmez. bu tip imgeleri, temaları, çağrışımları çok fazla kullandım şarkılarımda. evet, ilişkilerin sahteliğine de değindim. en güzel hikâyem albümünde, sırtı dönük bir kadın var. o başka türlü anlaşıldı. oysa ki sırtı dönük kız, imge olarak gerçek olmayan bir sevgiyi ifade ediyordu. o nedenle onu arkama koydum. önümde duran kız gerçek sevgiyi ifade ediyordu. ve ben o resimde gerçek sevgiye bakıyordum.